A
Admin
Yönetici
Yönetici
23 Nisan gibi ulusal anlamda büyük öneme sahip bir günde yaşanan deprem, sadece vatandaşları korkutmakla kalmadı; aynı zamanda Türkiye'nin yıllardır ihmal ettiği telekomünikasyon altyapısının sorunlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Öğle saatlerinde meydana gelen sarsıntı sonrası, on binlerce insan bir anda yakınlarına ulaşmak için cep telefonlarına sarıldı. Ancak yaşanan yoğunluk nedeniyle özellikle ilk 20-25 dakikalık süreçte ciddi iletişim aksaklıkları yaşandı. Bu durum elbette birçok kişiyi endişelendirdi. Ancak geçmiş depremlerde olduğu gibi sistemin tamamen çökmesi gibi bir tabloyla karşılaşılmaması, bazı önlemlerin alınmış olduğunu gösteriyor. Yine de, alınan bu önlemlerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Çünkü iletişimde yaşanan sıkıntılar, sistemin hâlâ kırılgan olduğunu ve herhangi daha büyük bir felakette yeniden sınıfta kalabileceğini net biçimde ortaya koyuyor. Dikkat çeken bir diğer unsur ise, bu tür afet anlarında vatandaşların neyi, nasıl kullanacağı konusunda yeterince bilinçli olmaması. Deprem anında WhatsApp, Telegram, Facetime ya da Signal gibi internet tabanlı iletişim uygulamalarını kullananlar sorun yaşamadı. Ancak bu alternatif yöntemleri bilmeyen ya da kullanmayan çok sayıda insan, sistemin yükünü mobil hatlara bindirerek hem kendilerini hem de başkalarını iletişimsizliğe mahkûm etti. Bu noktada yaşanan sadece teknolojik bir yetersizlik değil, aynı zamanda toplumsal bir bilinç eksikliğidir. Eğitimli olduğu varsayılan, topluma öncülük etmesi gereken birçok kişi bile hâlâ iletişimin temel prensiplerinden bihaber durumda. Sistemin kapasitesine dair yapılan eleştiriler, çoğu zaman temelsiz bir bilgiyle harmanlanıyor. Mobil operatörlerin baz istasyonları, belirli bir bölgedeki tüm nüfusa eş zamanlı hizmet verecek şekilde kurulmaz. Tıpkı Boğaziçi Köprüsü’nün aynı anda tüm İstanbul trafiğini taşıyamayacağı gibi, bir baz istasyonu da on binlerce kişinin eş zamanlı yüklenmesine yanıt veremez. Dolayısıyla bir site ya da mahallede tüm sakinler aynı anda dışarı çıkıp telefonlarını kullanmaya başladığında, yaşanacak yoğunluk kaçınılmazdır. Bu durumda çözüm, bilinçli kullanım ve alternatif iletişim yöntemlerine yönelmekte yatmaktadır. Ancak tüm sorumluluğu halka yıkmak da doğru değildir. Telekomünikasyon sektörü tamamen düzenlemeye tabiidir. Şirketlerin istediğini yaptığı, başıboş bir alan değildir. Yatırımlar, teknik altyapılar, kapsama alanları ve hatta baz istasyonlarının nerelere kurulacağı gibi birçok konu, doğrudan Ulaştırma Bakanlığı ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) denetiminde şekillenmektedir. Bu yüzden yaşanan iletişim aksaklıklarının doğrudan Turkcell, Vodafone ya da Türk Telekom gibi operatörlere fatura edilmesi doğru değildir. Bu şirketler düzenleyici kurumlar neye izin verirse onu yapabilir. Eğer ortada bir eksiklik varsa, asıl sorumlu kamudur. Geçmişte yaşanan depremler sonrasında, halk defalarca internet tabanlı iletişim yöntemlerine yönlendirilmişti. Ancak bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki bu uyarılar ya yeterince yapılmadı ya da dikkate alınmadı. En çok sesi çıkanlar bile iletişim trafiğini hâlâ sadece klasik telefon görüşmeleri üzerinden yapmaya çalışıyor. Sonrasında yaşanan kopuklukları da bağırarak, hakaret ederek haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Bu tablo, sadece iletişim değil, kriz yönetimi konusundaki toplumsal kırılganlığımızı da gösteriyor. Bu tür olaylar sonrası sosyal medyada, geleneksel medyada ve Youtube gibi platformlarda konuşanların büyük bir bölümü, hiçbir teknik temele dayanmayan, kişisel zaaf ve görüşleriyle meseleyi çarpıtan bir söylem geliştiriyor. Bu kişilerin amacı toplumu bilgilendirmek değil; kendilerini görünür kılmak, mevcut düzeni eleştirmek ya da popülarite kazanmak oluyor. İşin üzücü yanı, kamu kurumlarının bile bu yüzeysel yorumlara kayıtsız kalmasıdır. Kalitesizlik artık sadece medyada değil, karar mekanizmalarında da yer buluyor. Telekomünikasyon alanında yaşanan eksikliklerin kökenine inmek için yalnızca son depreme değil, daha önce yaşanan Maraş merkezli büyük felakete bakmak yeterli olacaktır. O depremde karşılaşılan sorunların neredeyse hiçbirine kamu çözüm üretemedi. Bugün hâlâ kamuya ait alanlara çelik baz istasyonu kuleleri yerleştirmekle ilgili somut bir adım atılmış değil. Yedekli fiberoptik hatlara ve kesintisiz enerji kaynaklarına sahip çelik kulelerin kurulması önerildi, ama uygulama aşamasına geçilmedi. Üç mobil operatörün altyapısını ortak kullanacağı bir “Ulusal Roaming” sistemi için de gerekli düzenlemeler yapılmadı. Turkcell’in bu konuya karşı duruşu yüzünden daha önce yargıya taşınan bu mesele, Maraş depreminin ardından tekrar gündeme gelse de yine rafta kaldı.